
“ACIKMADAN ZAYIFLIYORUM!”
Danışanlarımdan sıklıkla duyduğum bir cümle bu. Ancak insan ilk duyduğunda inanamıyor değil mi? Çünkü elde etmek istediklerimize zor bir yoldan ulaşırız sanmıştık hep. Kolay olunca kıymetli olmaz gibi geliyordu. Kilo yönetiminde daha iyi sonuç almak için mutlaka zor olanı başarmalıydık. Hatta sonra da başarımızı korumak da zor olmalıydı. Her şey üstesinden gelinmesi gereken bir sınavdı diye biliyorduk.
Peki gerçekten öyle miydi? Bunu başka bir teknik ile deneyimlemek ve bu görüşü değiştirmek mümkün mü?
Acıkmadan zayıflamak mevzuu, kişinin yemek yemek eyleminin gerçek anlamını keşfettiğinde çözülüyor. Peki bu keşif nasıl yapılır:
Bir gün bir motto çıktı kendiliğinden, “Hayat zaten az kolay, diyetin çok kolay olsun!” diye söyleyiverdim bir danışanıma. Birbirimize bakakaldık. Gerçekten de zor bir süreçten geçerken beslenme planlaması yapmak ona kolaylık ve ferahlık getirmişti. Çünkü bedenini ağırlaştıran besinlerin eliminasyonunu yapmak, bağırsak florasını dinlendirmek; uyku kalitesini iyileştirmiş, sindirim problemlerini hissedilir biçimde azaltmıştı. Üstelik miktar konusunda yönetimi beş duyusuna bıraktığımız için besinlerle arasındaki ilişki ilginç bir şekilde “kolaylıkla” sağlıklı bir hale gelebilmişti. “Peki nasıl?” dediğini duyar gibiyim. Mesela Pazar kahvaltılarının vazgeçilmezi bir simit tabağında olsun. Isırarak yediğinde ve kocaman parçalar halinde yuttuğunda o simidi çok kısa sürede bitirirsin, ancak muhtemelen keyfini tam olarak çıkaramadan yutarsın. Oysa ince ince dilimleyip bir kaseye koyduğunda ve minik lokmalar halinde yediğinde ne oluyor?
Bir besinden keyif alma halini büyük ölçüde dilin ile besinin temas ettiği alan belirliyor. Yani o besinin tadını, dilin ile besinin buluştuğu alan kadar deneyimliyoruz. Büyük bir lokma aldığında ve yuttuğunda dilinle temas etmemiş koca bir alanın tadına bile bakmadan midene yollamış oluyorsun. Yani kalorisini aldığın ancak tadından haberin bile olmadığı onlarca lokma besin almış oluyorsun bedenine.
Beslenirken süreyi uzatarak yavaş yemek yiyerek, tokluk sinyalinin salgılanması için bedenine zaman tanımış oluyorsun, işler yolunda gidiyor. Minik lokmalar ile mekanik parçalanmayı tükrükteki amilaz enzimi ile daha iyi yaptığımız için mide ve bağırsak sindirim konusunda daha az bir yükle karşılaşmış oluyor, tüm sindirim kanalı doğal sürecinde çalışabiliyor. Bu düşünceyle anda kalabilmeyi mümkün kılarak, o anı, o lezzeti daha çok yaşıyor ve bedenine aldığın o lokmadan daha gerçek bir keyif alıyorsun.
Beş duyunu hakkını vererek kullandığın bir yemek yeme anında, yüzüne esen rüzgarı fark edip, nefesini hissetmek, ağzına aldığın minik lokmanın tadını aldığın an bir duraksamak, dilindeki tat tomurcuklarının çalışması için zaman tanımak, yemeğin dokusunu hissetmek, bu anı sindire sindire yaşamak çok daha güzel olmaz mıydı?
Besinlerle arandaki ilişkini sağlıklı hale getirmek için hayatın her alanında olduğu gibi kendine dönmelisin, önce neyi neden yaptığını fark etmeye başlamalısın.
Fark etmekle başlıyor her şey.
Sonrası iyilik güzellik…